Cumartesi, Mart 12, 2011

HAYAT

Gece olmuş olmalıydı. Duvardaki saate bakamayacak kadar üşengeçti. Geç bir saat olduğunu da koridordan gelen düdük sesler sayesinde anlamıştı. Her gece aynı şey olur, saatin on ikiyi vuran seslerine ek olarak o iğrenç ses koridorda çınlar, yankı yaparak herkese ulaşırdı. Bu sesle birlikte etrafta bir hareketlilik başlar, yatakların gıcırtısı gecenin sessizliğini bir bıçak gibi keserdi.
Yattığı yerden demir parmaklı pencereyi ve hatta kafasını sağa doğru yatırıp ranza demirine yasladığı vakit gökyüzünün bir parçasını, görebiliyordu. Bu bile mutlu ediyordu onu bu dört duvar içinde. Küçük şeylerden mutlu olmayı, haz almayı okuduğu bir kitap sayesinde keşfetmişti.
Kendini bildi bileli buradaydı. Niçin, nasıl olduğunu sorma gereksinimi hissetmemişti. Gözlerini burada açtığını düşünür, buradan başka yer bilmezdi. Dışarıda bir hayat olduğunu ise kabullenmek istemezdi bir türlü. ona göre hayat, bu dört duvardı.
Yetiştirme yurduna nasıl düştüğünü hatırlayamıyordu. Aklındaki minik kareleri bir araya getirip de bir bütün oluşturamıyordu. Annesi veya babası hakkında en ufak fikri yoktu. Zaten anne baba denilen varlıkların olduğuna inanmayı küçük yaşta bırakmıştı. Çocuk hayalleriyle anne babasının gelmesini çok beklemiş, gelmediklerini görünce onları reddetmeyi huy edinmişti. Allah onu bu şekilde koyuvermişti dünyaya işte. Fazlasını bilmeye gerek yoktu. Gerçi bilmeye çalışmanın da bir faydası yoktu ya, neyse. Zamanında müdüre hanımla konuşmayı denemiş, anne babasıyla ilgili bilgi edinmek istemişti. Ama kadının sert bakışlarından çekinip koşar adım kaçmıştı oradan. ondan sonra da onun çok meşgul olduğunu, bunca çocuk hakkındaki bilgileri aklında tutamayacağını kabullenmişti.
Arada sırada, zengin veya durumu iyi olan aileler buraya gelirler, aralarından seçtikleri çocukları alıp götürürlerdi. Şu zamana kadar kimse onu seçmemişti. Küçükken büyük bir hevesle girdiği sıraya zamanla girmez olmuştu. Zengin aileler geldikleri zaman hepsi sıraya girer, en şirin halleriyle gülümser, seçilmeyi beklerlerdi. o ise bunu yapmanın acizlik olduğunu düşünür, aileler geldiği zaman bir ağaç arkasına gizlenir, sessizce izlerdi olanları. Bir yandan görünmek ister, bir yandansa iyice gizlenirdi. Aslında herkes gibi o da buradan kurtulmayı hayal ederdi hep. Ama cesaret edip de giremezdi sıraya. Gelen ailelerin bir yandan ezici, bir yandan acıyan bakışlarına hedef olmak istemezdi. Küçükken pek aldırmasa da, büyüyünce daha bir fark etmeye başlamıştı bu tür bakışları. Zaten ondan sonra da sıraya girmeyi bırakmıştı.
Sessiz bir şekilde merdivenlerden inip, yazın en güzel günlerini yaşayan bahçeye baktı. Oldu olası sevmişti bu bahçeyi. Buraya giren kedileri yakalamaya çalışmıştı hep. Ama hepsi sıkılıp gitmişti. Biraz ilerde arkadaşlarının sıraya girmekte olduğunu gördü. Anlaşılan yeni birileri gelmişti. Görünemeye çalışarak her zaman saklandığı ağacın arkasına gitti. Bu sefer kimin seçilip aralarından ayrılacağını düşünmeye başladı. Acaba bugünün şanslı kişisi kim olacaktı? Kim buradan sonsuza kadar kurtulacaktı?
Yurdun kapısından girmekte olan kadın; bu çocuğun arkadaşlarının aksine sıraya girmediğini, ağacın altına gittiğini fark etmişti. Yemyeşil gözleri, yaşıtlara oranla uzun olan boyuyla çok tatlı bir çocuktu. Kadın vurulmuştu adeta bu çocuğa. Hangi çocuğu alacağına karar vermişti artık. Nereden geldiğini bilmediği tatlı bir heyecan kaplamıştı içini. Sessizce yaklaşmaya başladı ona, ürkütmekten korkarak. Çocuk onun geldiğini göremeyecek kadar dalgında oysa. Küçük yaşından beklenmeyecek bir hüzünle bakıyordu etrafa. Kadın şefkatle dokundu omzuna. Dalgın düşüncelerden sıçrayarak ayrılıp arkasını döndü çocuk. Karşısında genç bir bayan duruyordu. Yumuşak bakışları hemen etki altına alıyordu insanı. Çocuk kitlenmiş gibi bakıyordu bu gözlere, kendini alamıyordu. Kadın o sımsıcak sesiyle konuştu: "Adın ne senin küçüğüm?" Çocuk: "Can" dedi usulca. "Peki benim canım olur musun?"
Çocuk neler olduğunu anlayamamıştı. Şaşkınlıkla kırpıştırdı gözlerini. Kibar bir sesle: "Nasıl yani?" diye sordu. Kadın gülümseyerek cevap verdi: "Yani benim evime gelip, benimle yaşamak ister misin?" Can inanamayan bir ses tonuyla: "Beni geri getirmeyecek misin? Hep seninle mi yaşayacağım?" diye sordu. "Evet. Sadece benimle değil, bir de köpeğim var. Onunla birlikte."
Can'ın gözleri parladı. Heyecanla kafasını salladı. O fark etmese de aslında bu, onun için bir başlangıçtı.

İzel TONTAŞ

Hiç yorum yok: