Cumartesi, Mart 12, 2011

GÖZLERİNDEKİ HÜZÜN

Her zamanki gibi ağır ağır çıktı merdivenlerden, bir yandan da basamakları sayarak. Onuncu ve en sonuncu basamakta duraksadı bir an. "On" diye düşündü. "On..."
Yıllardan beri hiç değişmemişti. Hep aynıydı. Bunu bildiği halde, alışkanlıktı onunki, her seferinde sayardı. Hafif bir telaşla baktı saatine. 19.15. Eşinin gelmesine tam bir saat vardı. Daha bir telaşlanmıştı sanki. Bu telaş içinde çantayı kurcalamaya başladı. Anahtarı bulup dış kapıyı açtı, asansöre baktı. Beşinci kattaydı. Çağırmak için düğmeye bastı ve beklemeye başladı. Hafif tıkırtılar eşliğinde aheste aheste indi asansör. Geldiğini bildiren ses apartman içinde yankılandı. Kapıları açtı, girdi. Karşıdaki aynada kendisiyle burun buruna geldi. Aynaya bakma cesaretini yıllar önce kaybetmişti oysa. Ama yine de dayanamadı. Bir kez daha baktı; gözlerinin altındaki mor halkalara, çökmüş suratına. Gözlerindeki ışıltıları yıllar önce kaybetmiş, yerini biraz hüzün, biraz bıkkınlığın almasına engel olamamıştı. Kapıların açılmasıyla daldığı düşüncelerden kurtuldu. Asansörden çıkıp evin kapısını açtı. Evin her zamanki kendine has kokusu sardı dört yanını. Bu bile onu rahatlatmamıştı. İlk zamanlarda çekici gelen bu koku artık nedense beraberinde başka şeyler getiriyordu. Yatak odasına girip üstünü değiştirmeye başladı. Gözüne eşinin eşyaları çarptı. Hafif bir mide bulantısı hissetti. Nedense itici geliyordu bunlar ona. Mutfağa gidip yemekleri ısıttı. Hüzünle çıktı, "Kaç yılım burada geçti acaba?" diye düşünerek. Biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı aslında. Salona geçip kanepeye attı kendini.
Duvardaki resimlere takıldı gözü. Buruk bir edayla süzdü her birini. Düğün resimlerini, onun hemen yanındaki seyahat resimlerini... Hepsinde büyük bir mutluluk, ayrıca büyük bir tebessüm vardı yüzünde. Bir zamanlar aşık olduğu adamın yanında mutluydu o zamanlar. Şimdiyse her şey çok değişmişti. Başta aşık olduğu adam...
Duygusal, ağırbaşlı olan bu adamın yerini şimdilerde canavardan farksız bir kişilik almıştı. Evde her gün farklı bir kavga çıkıyordu. Daha dün bir kavga patlak vermişti aralarında. Bu seferki hepsinden şiddetliydi. Bir süre bağırmışlardı birbirlerine. Her zamanki gibi yenen taraf, karşı taraf olmuştu. Vücudundaki ağır yaraların acısıyla yerde bir süre baygın kalmıştı. O bu haldeyken adam çekip gitmişti. Ayağa kalkmaya çalışmak boşunaydı. Kalkamayacak kadar halsizdi. Yattığı yerden bağıra çağıra ağlamaya başladı. Vücudundaki yaralar değil, kalbindeki yaralardı onu bu denli ağlatan.
Bin bir zorlukla doğruldu. Kararını vermişti; gidiyordu. Topallayarak valizini toplamaya gitti. Bir bir çıkardı giysileri askıdan. Koymaya başladı valize. Yarı yarıya dolmuştu ki vazgeçti, boşaltmaya başladı yeniden.
Başından beri biliyordu aslında. Gidemezdi. Kapıyı çekip çıkmak o kadar da kolay değildi. Acı acı düşündü; "Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkânıdır" diye. Gidemezdi.
İşte bunları düşünüyordu şimdi. Bir yandan da bütün bu olanlar film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden. Kapının çaldığını duydu. Kocası gelmişti. Telaşlı telaşlı gitti kapıya, bütün gayretiyle gülümsemeye çalışarak.

İzel TONTAŞ

Hiç yorum yok: