Cumartesi, Mart 12, 2011

FİKİR ATATÜRK



"1919 senesi Mayısının 19 uncu günü Samsuna çıktım. Vaziyet ve manzarai umumiye:
Osmanlı Devletinin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumide mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşanın riyasetindeki kabine; âciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.
Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta...
İtilâf Devletleri, mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbulda. Adana vilâyeti, Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap, İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konyada, İtalyan kıtaatı askeriyesi: Merzifon ve Samsunda İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta, ecnebi zabit ve memurları ve hususi adamları faaliyette. Nihayet, mebdei kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 1919 da İtilâf Devletlerinin muvafakatiyle Yunan ordusu İzmire ihracediliyor.
Bundan başka, memleketin her tarafında, anasırı Hıristiyaniye hafi, celi, hususi emel ve maksatlarının temini istihsaline, devletin bir an evvel, çökmesine sarfı mesai ediyorlar."
19 Mayıs 1919 Samsun'a çıkış tarihini, bizzat kendi doğum günü olarak adlandıran Mustafa Kemal ATATÜRK, 10 Kasım 1938 tarihinde aramızdan ayrılmıştır. Ancak, Türk tarihinin ender şahsiyetleri arasındaki yerini, tarihimizin altın sayfaları arasında çoktan alan Atatürk, şimdi aramızda, gönlümüzün en seçkin yerinde "Fikir Atatürk" olarak yaşıyor.
Çağlara damgasını vuran büyük bir önder olan Atatürk, sadece yaşadığı çağın değil, sonra gelecek olan çağların da belirleyicisi, besleyicisi olmuştur. Dün olduğu gibi şimdi de böyle bir önderin, aramızdan çıkmış olmasının gururunu yaşıyoruz.
Atatürk'ten çok şey öğrendik. Daha çok şeyler de öğreneceğiz. O, "Fikir Atatürk" olarak aramızda yaşıyor, yaşamaya da devam edecektir. O'nun fikirleri, hayata ve olaylara bakış tarzı, bir yediveren gülü gibidir. Yediveren gülünün hüneri, mevsimi geldikçe sınırsız sayıda açmak değil midir?
Fikir Atatürk de böyle!
Okudukça, okuyanın ufkunu okyanuslara çatı yapıyor. Anlaşıldıkça, kendisini anlayanı uzayın sonsuz derinliklerine doğru kanatlandırıyor. Yolundan gidildikçe de, "üstümüzdeki mavi göğün çökmediğini, altımızdaki kara yerin delinmediğini" görüyoruz.
Bu noktalarda Atatürk'le beraber olmak, mutluluk ve huzuru yakalamak demektir. Bizim de millet olarak her zaman huzur içinde yaşamaya ve herkesten çok mutlu olmaya hakkımız var.
Fikir Atatürk, yaşadığı çağı satır satır anlayıp yorumlayabilmenin bir başka adıdır. O'nun ilkelerine şöyle bir bakınız: Ne kadar ararsanız arayınız, nasıl anlarsanız anlayınız; yanıldığı, yanlışa düştüğü tek bir noktayı yakalayabilir misiniz? Buna evet demek, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Çünkü Atatürk, doğruların ahengini kurabilmenin sırrına erenlerin, en başında gelen bir kişidir.
"Cumhuriyet" dediyse, yanlış mı yaptı?
"Millet" dediyse, haksız mı çıktı?
"Hakimiyeti millete vermek" dediyse, yanıldı mı?
"Tarih şuurumuz" da O'nunla aydınlanmadı mı?
"Müspet ilimlere" kapılar açmakla fena mı yaptı?
"Hürriyet", karasevdamız değil mi?
"Demokrasi", baş tacımız olmadı mı?
Benzer soruları, dilediğiniz kadar çoğaltın; hiçbir ayrıntıda bile Atatürk'ün tek karanlık nokta bırakmadığını göreceksiniz. İşte bu sonuç; Atatürk'ü hem milletinin gönlünde, hem de çağların elinde "Ölümsüz" yapmıştır. Bu yüzden Atatürk, dâhiler arasındaki yerini de çoktan almıştır. Bu sebeplerle de biz, Atatürk'ü seviyor, tekrar tekrar anıyoruz. Sevgiler, saygılar; anıldıkça kuvvetlenir, büyür ve bir yediveren gülü gibi açar durur. Her tomurcuk gül de, çağa atılmış bir imza demektir.
Hanımefendiler, baylar!
Atatürk'ün milletine yaptığı en büyük hizmet, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmaktır. Tarihte ikinci defa "Türk" adını içinde taşıyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurarak, Türk milletini yeniden bir bayrak altında toplamıştır. Şimdi bağımsız bir millet olarak yaşamamızı sağlayan Atatürk, çok sevdiği milleti için birçok zorluğa göğüs germiştir. Atatürk, Türk milletinin ilerlemesi ve huzurlu bir hayat sürdürmesi için elinden gelen her türlü fedakârlığı da yerinde ve zamanında yapmıştır. Düşüncelerini mutlaka başkalarıyla paylaşmış, onlara da ülkemizde yapılması gereken ne varsa, birer birer işaret ederek kılavuz olmuştur. Böyle davranırken de, öğreticiliğini ön planda tutmuştur:
"Baylar,
Artık vatan imar ediliyor, zenginlik ve refah istiyor. Bilim ve uygarlık, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür düşünce istiyor. Şeref, namus, istiklâl, gerçek varlık vatanın bu isteklerini, bütünüyle ve hızla yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir surette çalışmayı emreder."
Atatürk'ün bu sözüyle anlatmak istediklerine dikkat ediniz: "İmar etmek, zenginlik, refah, bilim, uygarlık, yüksek medeniyet, hür fikir, hür düşünce, şeref, namus, istiklâl ve gerçek varlık vatan" gibi on iki kavram, çok veciz bir şekilde dile getiriliyor. Bu sözüyle uygarlıktan da söz eden Atatürk, sadece medeniyet istemiyor, "yüksek medeniyet" için çok çalışmamızı emrediyor.
Atatürk oldukça karışık bir dönemde yaşamış, oldukça zor şartlar altında geçen başarılı bir öğrenim hayatının sonunda da "Çağının yıldızı" olmuştur. Orduda aldığı bütün görevlerini de başarıyla yerine getirmiştir. Yapmış olduğu en güzel yeniliklerden birisi de, saltanatı kaldırıp yerine en ideal yönetim biçimi olan cumhuriyeti kurmasıdır. Böylece "ümmet" olan toplumumuzu, "millet" haline getirmiştir. Bazı güçlüklerle karşılaşılmış olsa da; fesin kaldırılması, Latin harflerinin kabulü gibi yeniliklerle, devletimizi daha modern hale getirmiştir.
Atatürk, bir zamanlama ustası olarak tanınmış ve her zaman yapacaklarını da daha önceden kafasında şekillendirmiştir. Ancak bunların hiçbirisini de zamanı gelmeden uygulamaya koymamıştır. Çünkü bir işi zamansız yapmanın, o işi başarısızlığa götüreceği kanaatindeydi. Bu yüzden olmalı; yapılacak inkılâplar, zamanı gelinceye kadar "Millî bir sır" olarak saklanmıştır. Samsun'a çıkış gününden başlayarak, yeni ve çağdaş bir devlet için gerekli olan bütün inkılâpları, sırasıyla birer birer gerçekleştirmiştir.
İlke ve inkılâplarıyla da Türkiye'nin daha çağdaş ve modern olması yönünde kılavuz olmuş, "yüksek medeniyet ufkunda" yükselmemizin temellerini de atmıştır. Girişilen millî mücadelenin sonunda da, açıkça şu gerçek ortaya çıkmıştır. Bu gerçek, bir yerde de Fikir Atatürk'ün özetidir: "Artık vatan Türk vatanı, millet Türk milleti, devlet de Türk Devleti"dir.
Nice liderler vardır, milletlerinin gönlünde taht kuran. Bu liderler yaptıkları güzelliklerden dolayı hiçbir zaman unutulmazlar. Milletlerinin gönlünde adeta ölümsüzleşirler. İnsanlar, onları kalplerinde, asırlar geçse de unutulmayan, dünyada emsaline rastlanmamış bir lider olarak yaşatırlar. Bu liderlerin en büyüğüdür Atatürk.
Atatürk'ün, Türk milletine yaptığı hizmetlerini saymakla bitiremeyiz. Bütün bu hizmetlerin temelinde, şüphesiz, "Fikir Atatürk" vardır. Gerektiğinde hayâl kurup düşünebilen insan, her devirde mutlaka büyük işler başaracaktır. Atatürk'ün en büyük hizmeti, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmasıdır. Türk milleti, yıkılması an meselesi olan bir devletin idaresi altındaydı. Yıkılmaya yüz tutmuş olan Osmanlı Devleti'nden bir parça toprak koparmak isteyen dünyanın bir çok devletleri yurdumuza saldırdı. Millet, devletinden hiçbir fayda görmedi. Halk kendi başına mücadele etmeye çalıştıysa da, ilk günlerde başlarında bir yöneten bulunmadığı için, yapılan mücadelelerden hiçbir sonuç alınmadı. Milletin durumu, yüzme bilmeyen bir insanın okyanustaki durumuna benziyordu. Bütün ümitlerin kesildiği bir anda, bir güneş gibi parladı Atatürk. Peş peşe yaptığı kongrelerde; "Vatan bir bütündür, bölünemez!" sözünü, halkının vatan aşkıyla dolu olan kalplerine yerleştirdi. Yurdumuzun dört tarafı düşmanla çevrilmişken, Atatürk'ün verdiği yüreklendirmelerle, bütün millet, kadınıyla, erkeğiyle, genci ve yaşlısıyla büyük ve çetin bir mücadele verdi. Tarihte yenilmek nedir bilmeyen Türk milleti, yine aynı rolü oynayarak, tarihteki yerini aldı.
Türk milletini yenilginin eşiğinden kurtaran, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran ve bizim bugünlere ulaşıp de kendi ülkemizde bağımsız bir hayat sürmemizi sağlayan tek önder Atatürk'tür. O, ulaşılması güç erişilmez bir yıldız, Türk milletinin üzerine doğup asırlar boyu kalplerimizde batmayacak olan bir güneştir. Duygudan sevgiye, sevgiden de fikre yönelmenin sırrına eren Atatürk, halkıyla bütünleşen tek liderdir. Macar bilginlerinden Prof. M. Zajti FRANES'in şu tespiti, oldukça manidar değil mi?
"Türkiye'yi bir arı kovanına ve bütün Türkleri de bal aramaya çıkmış çalışkan arılara benzetiyorum. Nasıl arılar beylerinin etrafında toplanıp çalışırlarsa, bütün Türk ulusu da bugün büyük dâhi Mustafa Kemal'in etrafında toplanmışlardır."
Bu toplanışın temelinde, "Fikir Atatürk" yatmıyor mu?
Şimdi, size 19 Mayıs'ı anlatacağım. Belki farklı terimler kullanacak, dikkatinizi belli noktalarda toplamaya çalışacağım. Bilinenleri değil, daha çok söylenmemişleri anlatmak istiyorum. Çünkü Atatürk, tekrarından bıkılmayan sözlerin kalıbına sığmaz. Bakmasını bilirsek, onda her zaman yeni şeyler buluruz. O dipdiri, taptaze, capcanlı. Dokunabilsek, bu düşüncede olsak, yanı başımızda. Bir pınar ki, bütün ummanları besler. Okyanuslar, ondan aldıkları hızla kabarırlar.
19 Mayıs; billur kesilmiş bir niyettir. Temelinde de, imanın ve inancın damgası vardır. Bilinen hikâyenin özü: Yok edilmek istenen Türk milleti, yine Ankara ve civarındaki, Ergenekon diyebileceğimiz bir açık alan hapishanesine tıkılmıştı. Ülkemiz dört bir tarafından kuşatılmak üzereydi. Sözde uygar düşüncenin yaratıcısı diye bizim ezberlediğimiz Yunanlı öncüler, İzmir'e çıkma cesaretini göstermişlerdi. Batı ile birlikte doğu yanıyor, ufak kıvılcımların çaktığı güney ve kuzeydeki topraklarımız için pusuya yatılıyordu. Olanı-biteni, anca anca sezinlemeye başlayan milletimiz, çakar-almazlarla düşmana karşı çıkıyor, Ata'sının yolunu açıyordu.
Beride düşman, en korkunç Ergenekonları hazırlamanın telâşında. Sahip çıkanımız, kollayanımız, gözetenimiz yok. Umutlar, Allah'a kalmış. Savaş meydanlarının korkusuz ve de yenilmez aslanları, Sevr'in maddeleri ile yok edilmek isteniyor. Barışın ve sevginin adı, kör kuyuların en dibine düşmüş. Zaten Türk'ün bunlara hakkı mı var? Ne zaman oldu ki, şimdi olsun? Yok ediciler kapımızda. Samsun ufukları da telâşlı. Bir umudun şafağında, sancılar içinde. Besbelli; Türk'ün önderini bekliyor.
19 Mayıs, bu inancın şafağıdır.
19 Mayıs, kurtuluşa olan imanın başlama vuruşudur. Bu vuruşun temelinde, billur niyetler yatar. Niyetsiz yola çıkmak zor. Niyetinde olmadığınız işlerden zaferle çıkamazsınız. Bu niyetin mayası, Atatürk! Kendisine, Samsun'a çıkma emri verilmiş. Bu, o kadar önemli değil. Verilmese, çıkmayacak mıydı? İşte, önemli olan nokta burası. Vatanı ve milleti tehlikede olan Mustafa Kemal'i bağlasanız, tutamazdınız. O, kurtuluş niyetinin yoluna, daha çocukken düşmüştü. Bağımsızlığı tam bir milletin rüyâlarını, Selânik'te, bakla tarlalarında kuş kovaladığı yıllarda bile görüyordu. İyileşmesi güç hasta adam, bütün kayıtlardan azade kalabildiği gün, kurtulurdu. Kurtuluş, yeni bir kuruluş demektir. Kuruluşsuz, kurtuluş olmaz.
Kuruluş yoluna çıkanlardan Atatürk, işin en kestirme yolundan gidenidir. Türk'ün dilini, gelenek ve göreneklerini çok iyi bilen, bilmekle yetinmeyip, daha da yaşatma arzusunda olan önderimizdi. Samsun'dan sonra, bu düşüncelerini açıkladıkça, Türk milletini şahlandırdı. Tarihin yenilgi denilen nesneyi kendilerine tattırmadığı Türk milleti, yapılması gereken ne ise onları yaptı. İstenilenin altında buzağı aramadı, verdi. Verdikçe kuvvetlendi, birlik oldu. Birlikleri olgunlaşınca, Kurtuluş Savaşı Destanı'nı yazdı.
Bu destan, yapma bir destan değildir. Bu destanın her harfinde ya da her noktasında, Türk milletinin azmi, kurtuluşa olan imanı, kuruluşa olan inancı vardır. Bu inancın mimarı Atatürk, işte bu sebepten olmalı, dâhiler arasında anılıyor.
Türk'ün dehasının taç beyti Atatürk! Sen, bu dehadan aldığın güçle, dâhileştin, devleştin. Yalnız devleşmekle kalmadın, bıraktıkların ve yaptıklarınla ölümsüzleştin.
Senin izinde, senin tereddütsüz bir şekilde cumhuriyeti, kendilerine emanet ettiğin gençliğin; fırtınaya, boraya rağmen, işte görüyoruz, çığ gibi büyüyor. Bu gençlik, kendilerine verdiğin görevin farkındadır. Bu gençlik, senin şahikalarının anlamına çoktan varmıştır. Gittikleri yol, tuttukları yol; doğrudur.
19 Mayıs gençliğine selâm olsun!
Bin selâm!
Bu gençliğe iki temel görev düşüyor:
"Gençler!
Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız."
"Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir."
Hanımefendiler, baylar!
"Amerika, Avrupa ve bütün medeniyet dünyası bilmelidir ki,Türkiye halkı her medenî ve kaabiliyetli millet gibi, kayıtsız şartsız hür ve müstakil yaşamağa kesin karar vermiştir. Bu meşru kararı bozmağa yönelen her kuvvet, Türkiye'nin ebedî düşmanı kalır."
Mustafa Kemal ATATÜRK

Cumhuriyet, bizim güvenlik şemsiyemiz. Cumhuriyet, hemen her şeyimiz. Nice yıldan bu yana, aralıksız olarak sürdüregeldiğimiz şan ve can pazarımız. Tamamımız, bu pazarda serpilip geliştik. Anladığımız ölçüde, onun nimetlerinden faydalandık. Bizimle birlikte, başkalarını da, bir arada beraber yaşadıklarımızı da göz ardı etmedik. Türkiye'nin harcını, daha fazla sağlamlaştırmak için çalıştık. Zor da olsa, aile tarzı yönetim biçiminden, milletin kendi kendisini idare edebilmesi amacına ulaştık. Bu konuda, hayli yol aldık.
Geriye dönüş olur mu?
Artık mümkünü yok! Cumhuriyet ağacının dallarını, kökten budamaya çalışanlar, ne yapsalar nafile. Ellerine sebepli üzüntülerden başka bir şey geçiremezler. Çünkü biz, yedisinden yetmişimize, körpesinden kocasına, kadınından erkeğimize kadar, bu ilkeye sımsıkı sarıldık. Çünkü, her uygar ve yetenekli millet gibi, bizim de hür olmaya, müstakil yaşamaya hakkımız var. Çünkü biz, tarihin çilesini çok çektik. Şimdi hakkımızı istiyoruz. Sahip olduklarımızın üstüne de titriyoruz.
İnancını, başına taç eyleyen Atatürk'ün sayesinde biz, zamanında üstümüze çullanan, çeşitli hesaplar peşinde koşan Amerika ve Avrupa'ya, anladıkları dil ile konuştuk. Yoklukları, varlığa çevire çevire, çok önceleri unuttuğumuz, Türk kimliğimize yeniden ulaştık. Çağları da, dağları da düz ettik. Tek yürek olduk. Yaptıklarımızın gururuyla yaşadık. Cumhuriyet çiçeği açtıkça, istiklâle susamış başka milletlerin de umudu olduk. Kuruluş ve kurtuluşumuzun diyeti sayesinde, uygar dünya ile bugün, bütün sahalarda yarışıyoruz. Yardımsa, yardıma koşuyoruz. Hatta uzayda da varız. Çok kanallı televizyonlarımız şimdi daha parlak. Üstelik daha net biçimde, daha çabuk olarak milletimizi aydınlatıyorlar. Bazıları, aydınlanma yarışında insanımızdan gerilerde kaldıysa, ne gam? Geri kalanlar, kendilerine çeki-düzen verirler, olur biter.
Cumhuriyet çiçeği açtıkça, birbirimizi sevecek, sayacak, densiz yaklaşımlar sonucu, ayrılır gibi gözüken yollarımızı, yeniden aynı kavşakta buluşturacağız. Akıl, başkasına izin vermiyor. Ne olursa olsun dilimiz Türkçe'nin, Türk olmanın hakkını vermeliyiz. Sağa sola çekmek, vatan bütünlüğünü bozmaya kalkışmak, yol değil. Biz, Türkiye denilen bu ülkede, Cumhuriyet şemsiyesinin altında toplanmışız. Bu şemsiyeyi açık tutmalı, tellerinden tekine bile zarar vermemeli, verdirtmemeliyiz. Birbirimizi kucaklamalı, yaşadığımız günlerin farkına varmalıyız.
Bunu da başarmanın tek şartı var; "Ben, bir işte nasıl muvaffak olacağımı düşünmem. O işe neler mâni olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür." diyen Atatürk'e kulak verelim, yeter.
O zaman, cumhuriyet çiçeğimizin hiç solmadığını göreceksiniz. Bu; bilen, gören, duyan, ülkesini seven ve onun uğrunda ölümü bile göze alabilecek olanlar için az şey midir?
Bütün bu güzellikleri de biz, Atatürk'e, daha doğru bir söyleyişle "Fikir Atatürk"e borçlu değil miyiz?

Hilâl GÜLER

Hiç yorum yok: