Cumartesi, Mart 12, 2011

BAMBAŞKA BİR GÜN

Kalktığımda yağmur dinmişti. Yağmurun gece evimizin teneke damına hızlı hızlı düşmesi beni epey korkutmuştu. Hemen gidip babamın koynuna sokuldum, hıçkırıklarını hissedip daha sıkı sarıldım ona. o kocaman babamdı, benim pos bıyıklı, koca pazulu babam; ama bir o kadar aşk dolu, nazik babam. Döndü... Yanaklarımı, ellerimi, gözlerimi öptü. O da böyle yaparı, böyle sever, canına katardı. Gideli koskoca iki gün olmuştu. İki gün olmuştu annemin bizi unutalı ve tanımadığım bir adamla kayıplara karışalı.
İki üç gün kapıdan dışarıya çıkamayacağımı sanmıştım. Ama geçmişti işte. Göz yaşlarım durulmuştu. Şiddetli bir kasırgaydı ve annemi alıp götürmüştü. Üzüldüm... Babamın kollarına sarılıp küçücük ayaklarımla hızına yetişmeye çalışarak yürüdüm peşi sıra. Dev gibi babamdı, ama kırılgandı, yazıktı yaşadıklarına.
İstasyona yaklaştıkça daha sıkı sarıldım kollarına, kalabalık üstüme geldikçe sokuldum. Bir yandan gözlerimle annemi arar oldum. Utandım, kızdım kendime. O babamdı ve hala yanımdaydı. Daha sıkı sokuldum ona, hep yanımdaydı. Sarıldım...
"İki bilet Konya'ya." Dev gibi babam, günlerdir sesine hasret kaldığım babam ilk defa konuşuyordu; ama o değildi. Sanki haykırıyordu yaşananları, kederini, karısının onu nasıl terk edip gittiğini; utandım... Annem gibi olmaktan korktum. Usulca çekip kendime fısıldadım "Ben seni bırakmayacağım." Sardı beni, kucakladı; günlerdir yaptığı tek şeye başladı, ağladı. Koskoca bir dev nasıl eridi, ben gördüm.
Akşamaydı biletimiz. Daha çok vardı akşama. "Belki döner" dedim, ne bilirdim ki giden gelmezmiş de küçücük çocuklar bekledikleriyle kalırmış. Son bir kez o koca şehri seyrettik, beraber yürüdüğümüz yollarda yürüdük ve yine hıçkırdık. Hiç bilmediğim, yaşamadığım bir kederdi bu. En sevdiğim bebeğimi kaybedince bile bu kadar yanmamıştı canım, peki neden?
Anne... Çığlığımla yerimden sıçradığımda gecenin karanlığında, bir vagondaydık. Babam öylece etrafına bakıyor, beni gördükçe içi acıyordu. Bilmediğimiz bir yola çıkıyorduk, karanlıklara bir adım daha yaklaşıyordum. Cam kenarına doğru yaklaştım. Gözlerim hala arıyordu onu. Biliyordu koca devim de. Ses edemiyordu, haykıramıyordu "Gitti gelmez" diye. Küçücük çocuk kalbim yanıyordu, fırtınalar kopuyordu içimde. Ben haykıramıyordum "Nasıl?" diye. Nasıl bulacaktık onsuz hayatı? Varlığından nasıl mahrum edecektik kendimizi?...
Buğulanan camı sildim. Sanki her hareketim anıları alıp götürüyordu beynimden, daha da bırakıyordu karanlığa. Babam kötü görünüyordu, nefes alamıyordu sanki, sözcükler dökülmüyordu artık dudaklarından. Sıcak gülüşüyle görülen gamzelerini göremez olmuştum. Devim yok oluyordu... Pencereye yaklaşıp el sallayanlara baktı. Tanıdık bir yüz arar gibiydi. Kafasını çevirdiğinde yayılan sönük ışıkta bir damla göz yaşını gördüm. Tren raylarının sesiyle kendimi uykuya teslim etmek üzereyken "Yarın bambaşka olmalı" diye düşündüm. "Yarın bambaşka olmalı..."
Gözümü açtığımda güneşin ilk ışıkları vurmaktaydı vagona. Gidilecek az bir yer kaldı diye düşünüyordum. Gidip koynuna sokuldum babamın. Bugün hıçkırıkları yoktu. "Bugün bambaşka olmalı" demiştim ya zaten, diye düşündüm. Daha sıkı sarıldım ona, tıpkı dün olduğu gibi; ama bu kez kederden, üzüntüden değil. Başkalıktan, güzellikten... Bugün başka olacaktı ya, bambaşka... O kocaman babamdı benim, pos bıyıklı, koca pazulu, sevgi dolu babam. Sıcaklığımla sokuldum ona, sarıldım, öptüm öptüm... Aralamadı gözlerini, basmadı bağrına, kucaklamadı. Öptüm, sarıldım, kucakladım... Aralamadı gözlerini, dönüp bakmadı bile. Boğuk nefesimle hıçkırıklarımı hissettim. Bugün başka olmalıydı. Bugün başka olacaktı. Hayatımın kalanını, yüreğimin bir parçasını kara bir vagonda bırakmıştım. Bugün başka olmuştu, bambaşka...

Dilara AYKUT

Hiç yorum yok: