Çarşamba, Mart 24, 2010

ANILARDA YAŞAMAK

Otobüsün buğulanan camını silerek aşağıya, el sallayanlara baktım. İzin verseydi gözyaşlarım dışarıdaki yağmurla yarışacaktı. Oysa alışkındı yüreğim zamansız gidişlere. Ama ilk defa dışarıya bakıp el sallamak istedim birine. Kimsesizliğim yine geldi aklıma. Yalnızdım ve yalnızlıktan kaçıyordum. Gittiğim her şehirde bir ay durur başka bir yere giderdim. Çünkü orda da bırakmazdı yalnızlık yakamı. Yalnız bir şehir vardı uğrayamadığım. Onun yaşadığı yere ayak basmayacağım diye söz vermiştim kendime. Mantığımla duygularıma ne kadar gem vurabileceğimi bilmiyorum. Ama yaşadıklarımdan hep onu sorumlu tutuyor, arkamdan bıraktığım yanlışların nedeni olarak görüyordum. Bir defa daha dayanabileceğimi sanmıyorum. Ne kadar da aciz hissediyorum kendimi cesaretim kırıldı ve artık her şeyden kaçıyor sürekli olayları yadırgıyorum.
Ben bunları düşünürken otobüs hareket etmiş hatta yolu yarılamış bile. Yanıma da orta yaşlı, derisinden fırlamış kirli sakallarıyla durumu bozmayan dağınık saçlı biri oturmuştu. "İstanbul'a mı oğlum?" dedi. Bunak mı ne demek geldi içimden. "Bu bindiğimiz otobüs İzmir'e gidiyor amca ." dedim. "Hayır, yanlışın var oğlum yıllardır gittiğim otobüsü bilmez miyim? İstanbul ‘ a gidiyor işte." Birden ikileme düştüm. Ama emindim yanlış olması imkansızdı. Haklılığımı ispat etmek isteyen bir üslup ile koltuğumdan kalkıp şoföre yöneldim. "Affedersiniz bu otobüs İstanbul'a mı gidiyor." diye sordum. Şoför bıyık altından gülen ifade ile "Evet. Vazmı geçtin yoksa!"diyerek dalga geçti benimle. Ama şu an bunu düşünemiyordum ve beynimden vuruldum. Otobüse yanlış binmiş ve gitmek istemediğim o şehre İstanbul'a gidiyordum. Şoförün yanından ne zaman ayrıldım koltuğa nasıl oturdum bilmiyorum. Kalbim çığlıklar atıyor ama kulaklarım, gözlerim ve yüreğim öyle bir kenetlenmiş ki sana, hiçbir şey duymuyor. Taktığın zincirlerden kurtulamıyor bırakıp kaçamıyordum.
Yine düşünceler arasındayken birden arabada yalnız olduğumu hissettim. Gelmiştik ve araba boşalmıştı. Ben de inmeye hazırlanıyordum. Ama verdiğim kararın doğru olup olmadığından hala emin değildim. Ama hep üstünü bastırmaya çalıştığım duygularım şimşek gibi çakıyordu. Bunca zaman kendimi kandırdığım bir gerçekti ve ben bu gerçekle yüzleşmek istemiyordum.
Arabadan indim ve hemen bir taksi çevirdim. Aynı şehirde nefes almak bile acıtıyordu içimi sanki. Taksici nereye gideceğimi sordu. Sahiden ben nereye gidiyordum. Gaziosmanpaşa'ya gideceğimizi söyledim. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama geldiğim yere gidiyordum şu an. Çocukluğumu yaşadığım, yitik hayallerle dolu benim için dipsiz kuyudan farksız olan o eve gidiyordum. "Geldik." dedi taksici. Parayı uzatıp birkaç parça eşyamı koyduğum ve gittiğim her yere arkamdan sürüklediğim bavulumu bagajdan alıp eve girdim. Yıllardır açılmayan kapı ve eşyalar bir parmak toz tutmuştu. Rutubet kokuları içinde olan evin camlarını güçlükle açtım. Eşyaların üzerindeki örtüleri kaldırıp oturmaktan çok hoşlandığım o koltuğun üzerine oturdum. Buradaydım ve her defasında onunla bir gün karşılaşacağım anı hayal ediyordum.
Artık iş bulmam gerekiyordu. Dışarı çıktım. Aslında dolaşmak istemiyordum. Çünkü onunla karşılaşmayı istediğim kadar o andan korkuyordum. Yıllar önce başka bir şehre gitmişti. Ona çok mektup yazmıştım ama ne bir cevap ne de ondan bir haber alabildim. Bundandı belki de şehir şehir dolaşmam. Haftalarca dolaştım iş bulabilmek için. Benim gibi koca şehir de duygularını yitirmişti anlaşılan. Açıldı sandığım kapılar birer birer kapandı yüzüme.

Yine dolaşmakta olduğum bir gündü. Artık öyle bitkindim ki denize karşı oturup bütün sıkıntılarımı ona atmak geldi içimden. Deniz kenarına gittim. Yürürken bankın üzerinde oturmuş balıklara simit atan o kız Zeliha'nın en iyi arkadaşı Feride değil miydi? Ne kadar da değişmiş. O da sanki denize benim gibi sıkıntılarını atmaya gelmişti. Zaman yüzünde derin yarıklar bırakmış ve her çiziği yaşadığı acılarla doldurmuştu sanki. Yanına gittim, usulca yaklaştım. "Merhaba" dedim. Tanıyamadığını düşündüm "Ben Hikmet" dedim. Birden gözleri yuvalarının içinden fırladı. "Nerelerdeydin sen" dedi kızgın bir ifadeyle. Ben daha da tepkili bir tavırla "Zeliha'ya söyle benim karşıma çıkmasın çünkü onu hiç affetmeyeceğim" dedim. Birden doğruldu ve ağlayarak uzaklaştı. Neye uğradığımı şaşırdım. Peki gerçekten böyle mi hissediyordum.
Hava bozmaya başlamıştı. Eve döndüm. Yağmur yağmaya başladı. Yağan yağmur, çakan şimşek ve gök gürültüsü sanki bütün gece yaşadığım olayları, içimdeki korkunç duyguları ifade ediyordu. Sinirlerim harap olmuştu. Uyumak ve uyanmak istemiyordum. Yatağa yattığım da ise Zeliha aklıma geliyor ben yine benden gidiyordum. Dışarı çıktım. Yağan yağmura aldırmadan sokağa attım kendimi. Umarsızca dolaştım yollarda. Eve doğru yöneldiğimde posta kutusundan faturaları alıp içeri girecektim. Faturalar birikmişti içinde. Aldım hepsini ve şöminenin başına geçtim. Okumaya başladım tek tek. Altlarda sıkışmış kirli beyaz bir zarf çıktı. Heyecan sardı tüm vücudumu. Mektubu görünce kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Sonunda gelmişti işte ama neden zarfı açamıyordum. Beklediğim zarf titreyen ellerimin arasında öylece kalmıştı. Daha fazla beklemeden okumaya başladım. Şöyle yazıyordu mektupta;

Merhaba ilk ve son olacak aşkım;
Seni öyle çok aradım ki! Senden bir telefon ya da bir mektup bekledim çoğu zaman. Ama aramadın hiç beni. Kızgınım ama kırgın değilim sana. Ben sana kırılamam ki! Sensizlik çok zor geldi bana. Gökyüzündeki yıldızlar gibiyim sanki. Hangisi mi? Biraz önce kayan işte. Umutlarımı sende yeşertmiştim. Onları öldürürken beni de bırakmadın. Ayırmadın ölen umutlarımdan. Yerinde yeller esse de hayallerimin, özlemlerimin eğer beni uğurlayacak kişiysen ben de varım onların yanında. Şaşırıyorsun belki isyan etmeden, savaşmadan nasıl gittiğime. Bir gün anlayacaksın gidişimin neden sessiz olduğunu. Sen duymasan da içimde bir fırtına koptu. Belki bu fırtına da senin de zarar görmenden, incinmenden korktum. Sence bir aşkta iki kişinin yitirilmesi fazla değil mi? İşte bu yüzden sensizliğin acısıyla her geçen gün daha da sıkı ördüğüm ruhumun duvarları arasına hapsediyorum seni. Ne kadar direnirim bilmiyorum ama orada kaldığın sürece mutluyum.
Hayallerim ne kadar can bulup uzadıysa, aşkımın ömrü bir o kadar kısaldı sanki ve benim sen de kaybolduğum gibi sen de vakitsiz gelen gecenin sonsuzluğunda yok oldun şimdi. Ben gidiyorum senin adının telaffuzunun bile yapılmadığı bir yere. Benim gideceğim yollar senin gözlerin kadar uzak aslında bana. Eğer gözlerin gökyüzündeki sonsuzluğa dalarsa o sonsuz uzaklıktan gözlerinin içine bakmaktayım ve sevgimden ödün vermeden ben HÂLÂ SENİ SEVİYORUM...

Mektubu okuduktan sonra Hikmet, Zeliha'nın mezarını öğrenerek hemen yanına koştu. Direnmekte güçlük çekiyordu. Gökyüzüne baktı. Olduğu yerde yığıldı kaldı. Ve artık onu da Zeliha'nın yanına gömmüşlerdi. Belki de ikisi birbirine kızgındılar ama beraber yatıyorlardı işte. Olayın aslını kimse çözemedi hayatları gibi sır oldu anıları da şimdi.

Rabia SARI

Hiç yorum yok: