Cuma, Eylül 29, 2006

BAYRAĞIMIZ

HİLÂL GÜLER
Söke HFAL Türk Dili ve
Edebiyatı Öğretmeni

















Tarihin başlangıcından bu yana insan topluluklarının “millet olma” bilincini ve kararlılığını gösterdikleri andan itibaren birer bayrakları olduğunu görürüz. Bu bayrak, o milletin bağımsızlığının sembolü olmasının yanı sıra; devlet biçiminin, millî birliğinin, dünya görüşünün, inancının, kültür ve tarihinin de birer aynası olmuştur.
Binlerce yıllık bir geçmişi bulunan bayrak mevhumunun, Türklerde manevî ve içtimaî bir tarafı vardır. O, atadan oğla miras kalmış, sevgisi gönüllerde kuşaktan kuşağa taşınmıştır. Elden ele dolaşmış, bayramlarda en güzel süs, düğünlerde-derneklerde içten bir neşe kaynağı, düğün evinin alemi, zaferlerin baş tacı, düşmanın yüreğine indirilen korku ve haşmet sembolü olmuştur. Vatan tehlikeye düştüğü zamanlarda, bütün millet fertlerinin altında toplandığı güven kaynağı, millî birlik ve beraberliğin sembolü, küsleri ve dargınları bile tek hedefte kenetleyen bir bağ olmuştur. Hatta bayrak, eski Türklerde koruyucu bir ruh[1]tur. Bu yüzden kutsaldır, başında nöbet tutulur. Yere düşürmemek, düşmana bırakmamak için de ölüm dahil her türlü fedakârlık ve tedbir alınır.
Türk bayrağının varlığını en eski Türk devletlerine kadar uzatmak mümkündür. Hatta Oğuz Han; “Kün tuğ bolgıl, kök kurıkan” (Güneş bayrağımız, gökyüzü de çadırımız olsun) derken, bayrağın, dünyayı aydınlatan güneş kadar kendilerine yol gösterici ve o derecede de yüce olduğunu ifade ediyordu. Bu bir destanın ifadesidir. Destanlar milletlerin mâşerî[2] vicdanından doğmamışlar mıdır? Bundan anlaşılıyor ki eski Türklerde bayrak ile tuğ arasında bir ayrım yoktur. Bazen tuğ yerine sonraları “sancak” da denilmiştir. Sancak ve tuğ, en kesin ayırımını Osmanlılarda bulmuştur. Sancak ve bayrak ayırımı ise cumhuriyetle açığa kavuşmuştur.Bayrak demek, renk demektir. Türk kavimlerinin sevmedikleri ve uğurlu saymadıkları bir rengi, bayrak olarak kabul etmeleri ve onun peşinden gitmiş olmaları da pek düşünülemez. Türklerde çok eski dönemlerden beri “kırmızı” renge büyük bir değer verilmiş ve saygı duyulmuştur. Bütün Türk devletlerinde de “kırmızı savaş sancağı” hiç değişmemiştir. Eski Türk kaynaklarında “kırmızı bayrak” yerine “kızıl bayrak” geçer. Kızıl bayrak yalnız, Türklerindir. Bağımsızlığın, şahâdetin ve kan dökmenin sembolüdür. Kırmızı sancak yanında “ak”, az da olsa “sarı sancak” da kullanılmıştır. Yavuz, kendi akınlarında ak ve kırmızı sancakları birleştirerek iki saltanat sancağı kullanmıştır.Bayrağımızdaki “al” renk, Karahanlılara kadar gitmektedir. Onlardan Selçuklulara ve Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı devletinden de miras olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilmiştir. Al, millî bir renk olmuştur.
Ay ile yıldız, Türk mitolojisinde sık sık, yan yana kullanılır. Bayrağımızdaki ay ve yıldızın ne zaman yan yana getirildiğini bilmiyoruz. Osmanlı bayrağında “hilâl” vardı. Ancak yıldız yenidir. Bu sebeple Avrupalılar, kendi dini sembolleri olan “haç”ın karşısında “hilâl”i de İslamiyet’in sembolü olarak gördüler. Uzun yıllar Türklerle Avrupalılar arasındaki savaşlar, “hilâl-haç” mücadelesi olarak değerlendirilmiştir.
Bayraktaki hilâl sembolüne bir de kutsallık katılmıştır. “Allah, hilâl, lâle” sözcükleri, Arapça’da aynı harflerle yazılır ve ebcet hesabı ile değerleri de aynıdır. Bu yüzden Türkler, “Allah” lafını yazmayı uygun görmedikleri mekânlarda hilâl veya lâle sembollerini kullanmışlardır [3].
Bayraktaki yıldız motifi hem “ay” motifini tamamlaması hem de yıldızın hiç kimsenin yetişemeyeceği kadar yükseklerde olması, karanlık gecelerde yol göstermesi, aynı zamanda mecazî anlamıyla “gözde olmak, geleceği parlak olmak” gibi anlamlar taşıması yönünde kullanılmış olmalıdır.
1982 Anayasası’nda devletimizin bayrağı, “şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı, al bayraktır” ifadesiyle geçmiştir. Sadece bu şekliyle geçmiş olması yeterli görülmemiş “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” diye kesin hükme de bağlanmıştır.
Kırmızı zemin üzerinde hilâl ve yıldız bulunan bayrak, bir saltanat sancağı olarak 1793 yılında kabul edildi. Ancak buradaki yıldızın köşe sayısı sekiz idi. 1842 yılında Abdülmecit Han tarafından yıldızın şeklinin beş köşeli olması kanuna bağlandı[4]. Cumhuriyetten sonra 22 Mayıs 1936 tarih ve 2894 sayılı kanunla bayrağımızın şekil ve ölçüleri tespit edildi. Bu ölçülerde değişiklik olmamak üzere 22 Eylül 1993 tarih ve 2983 sayılı kanun ile yeni bir düzenlemeye gidildi. Yine şekli ve kullanılacağı yerler, bayrak çekip indirme usul ve esasları 13.07.1983 tarih ve 186976 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Bayrağı Tüzüğü ile yeniden tespit edilmiştir.

Eylül 2006
1] Prof. Dr. B. Ögel, T. K. T’ne Giriş VI K. B. 1184 s.221
[2] Birleşik, ortak.
[3] Mefkûre Melhoğlu, “Gün-ay Kültürü ve Türk Bayrağı’ndaki Ay ile Yıldız”, Türk Kültürü sayı.389, s. 537
4] Bayrak, Türkiye Gazetesi Rehber Ans. 2. cilt – s. 211

Hiç yorum yok: