Cuma, Temmuz 28, 2006

UCU YANIK MEKTUPLAR

Bu hüzünlü günler karışıklıkların başıydı henüz. Heryerde bir huzursuzluk, insanlar arası bir soğukluk vardı. Belliydi bir savaş çıkacağı. Korkunun sessizliği kaplamıştı dört bir yanı. Doğa bile kızmıştı insanların bu davranışına, bir tek ses çıkarmıyor içten içe kinleniyordu.Göçmen Türkler Yunanistan'dayken başlamıştı tüm baskılar. Türkleri sindirip ele geçireceklerini sanıyorlardı. Henüz ne Türkleri ne de özgürlüklerini tam anlamıyla tanıyamamışlardı anlaşılan. Bastığı her toprağı kendi vatanı gibi koruyan bir milleti, bu baskılar caydıramazdı. Onlar Yunanları da savunmuşlar, kazanmışlardı. Yunan hükümetinin bile Türk askerine maaş bağlaması bundandı.
Bir kadın vardı içlerinde; sessiz, sakin ama sert görünüşlü bir kadın. İçinde korku olsa da bakışlarından cesaret fışkırırdı. İlk harbe babası da katılmıştı. O bahsedilen özgürlüğüne düşkün Türk askerlerinden biri de Servet Hanım'ın babası Hasan'dı. Küçüklüğünden gelen bu sessizliği de muhtemelen canından çok sevdiği babasını kaybetme korkusundan kaynaklanmıştı. Ülkeler arasında olduğu gibi onların da sakin bir yaşantıları yoktu. Ayaklanmalardan, gün aşırı çıkan isyanlardan tedirgindiler artık. Her ne kadar buraya, Selanik'e, alışsalar da gitmeleri gerekiyordu. Babası savunduğu bu toprakları, bu toprakların altında yatan karısını bırakmak istemese de bunu kızı için yapmalıydı. Anadolu'ya gelmeye karar verdiler.
Anadolu'ya gelirken hayatının ikinci acısını da yaşamıştı Servet Hanım. Babası ölmüş, onu bu yabancı topraklarda yapayanlız bırakmıştı. Servet Hanım'ın çekingenliğinden mi, yoksa o zamanki hayat şartlarının çok daha zor olmasından mı bilinmez, yanlızlığa çok dayanamadı. Evlendiği eşinden çok geçmeden bir de oğlu oldu. Bilinçaltındaki tek oğul isteğinin babasından kaynaklandığını o da biliyordu. Eşinin de anlayışı sayesinde oğluna Hasan adını vermişti. Oğlunu canından çok sever, gözünden sakınırdı. Oğlu ergenlik çağına girdiği sıralarda Anadolu'da karışıklıklar başlamıştı. Anadolu'da Mustafa Kemal adı duyuluyordu.
Mustafa Kemal: "Tek çıkar yol, Kurtuluş savaşıdır!" diyordu.
Yavaş yavaş her gence askerlik kâğıtları gelmeye başlamıştı. Savaş başladığında ülkenin çıkarsız ve güçsüz hali, eli silah tutabilen her erkeğin savaşa gitmesini gerektirmişti. Servet Hanım buna nasıl dayanırdı? Tek oğlu da giderse ne yapardı? Ne kadar bir asker olarak babasıyla gurur duysa da oğluna kıyamıyor, askerliği istemiyordu.
Hasan'ı da aldılar cepheye sorgusuz, sualsiz daha eğitim bile verilmeden. Köyde, kentte erkek kalmamıştı. Erkekler cephede savaşırken kadınlar da yaşam savaşı veriyordu. Her işi yapıyor bir de orduya destek çıkmaya çalışıyorlardı. Köyde biri ölse kadınlar kaldırır olmuştu cenazeyi. Cephede ise eli titreyen çocuk yaştaki erkekler, daha savaşı anlamadan birer birer şehit oluyorlardı. Ucu yanık mektuplar anaların yüreğini yakar olmuştu. Ama Servet Hanım umutluydu. "Ben babam için de endişelenmiştim o savaştan bir kahraman gibi geldi. Hasanım da öyle gelecek" diye telkin ediyordu kendini.
İnanmak istemese de ucu yanık mektup bir gün ona da geldi. Mektubu eline aldığı anda kemiklerinden üç tık sesi geldi. Artık çökmüştü. Vücudu bile buna dayanamamış, kambur olmuştu. Hiç inanmadı öldüğüne, yakıştıramadı bunu Hasan'ına. Acıların en büyüğü de evlat acısıydı Servet Hanım'a göre.
Savaş bitmiş, ferah günlere çıkılmaya başlanmıştı. Büyük Komutan Mustafa Kemal, işgalden kurtulan şehirleri bir ödül gibi ziyaret ediyor, halka karışıyordu. O zamanlarda Servet Hanım'a, Servet ana denmeye başlanmıştı. Sessizliği ve sırtındaki buruk acılarıyla bir ölü gibi yaşardı. Herkes üzülür ama çaresiz kalırdı onun karşısında. Mustafa Kemal, Servet ananın köyüne de gelmişti. Davul, zurnayla, büyük coşkuyla karşılanmıştı. Tek coşku Servet ana da yoktu. Elbette o da seviniyordu savaşın bittiğine ama bencillik bu ya "Hasanı'm gitti, neye yarar?" diyordu. Ağlayıp duruyordu köşesinde. Bu hüzün Mustafa Kemal'in gözünden kaçmadı. Mavi gözleriyle Servet ananın gözünün içine bakmak istedi ama Servet ana gözlerini kaçırıyordu sürekli. En sonunda dayanamadı, sordu Mustafa Kemal.
- Neyin var anacım?
Servet ana başını kaldırdı. Şimdi daha cesaretli ve kararlı bakıyordu.
Sessizliğini bozdu ilk defa:
- Benim babam Türklük onuru için yad ellerde savaştı, ne Türklere söz getirdi ne de ezdirdi. Ama sen benim yavrumu koruyamadın. Tek varlığım, Hasan'ım gitti. Neyin var diye soruyordun, işte tüm derdim bu. Şimdi söyle bakalım Hasan'ımı bana geri verebilecek misin? dedi.
Mustafa Kemal üzülmüştü bu boynu bükük, bağrı yanık anaya. Topluluğa döndü ve tekrar Servet anaya dönerek;
- Belki sana Hasan'ı veremem ya da Ahmetleri, Mehmetleri ama bu coşku dolu insanları verebilirim. Geleceğe umutla bakan çocukları, evlat sevgisiyle yaşayan anaları, babaları ve bir daha hiçbir savaşın olmasına izin vermeyecek gençleri verebilirim. İçindeki acı belki bunlarla biraz hafifler, dedi.
Servet ana ağlıyordu şimdi, haklıydı.
Bu büyük lider, artık kendi çocuğu gibi kucaklıyordu herkesi.

Ece SERT

Hiç yorum yok: