Perşembe, Nisan 06, 2006

İSTİKLÂL MARŞI

A. ANLAMI
1.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Yurdumun üstünde tüten en son ocak sönmeden, bu şafaklarda yüzen al sancak sönmez, korkma. O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak. O, ancak benimdir; o, benim milletimindir.
korkmak: Endişelenmek, şüphelenmek, tasalanmak.
Şair, “Türk bayrağının bir daha dalgalanmayacağını zannederek karamsarlığa kapılmayın, sakın ümitsizliğe düşmeyin” anlamında “korkma” ifadesini kullanıyor. “Korkma!” diye kendisine seslenilen, Türk milletidir (Nida sanatı). Milletine moral vermek istiyor.
sönmek: (Bayrak için) Dalgalanmamak.
ocak: Bir ailenin öteden beri yaşadığı ev, bark.
yıldızı parlamak: Başarmak.
yıldızı olmak: Bahtı, talihi açık olmak.
Parçada ocak söylenmek suretiyle bütünü (ev) anlatılmak istenmiş. Burada mecaz-ı mürsel sanatı yapılmıştır. “En son ocağın sönmesi”nde; bayrağın sönmemesi, dalgalanması için, en son ocağın sönmemesi gibi güzel bir sebep bulunarak hüsn-i tâlil sanatına baş vurulmuştur.
Ey Türk milleti, endişe etmene, korkmana gerek yoktur. Düşmanlarımız yurdumuzun semalarında dalgalanan al bayrağımızı indirip yerine kendi bayraklarını çekmeyi başaramayacaklardır. Yani hür ve müstakil yaşamamızın sembolü olan Türk bayrağı, en son Türk eri şehit oluncaya kadar, dalgalanmaya devam edecektir. Milletimizin bütün fertleri yok edilmedikçe, yurdumuzun işgali mümkün değildir. O ay yıldızlı al bayrak, benim milletim olan Türklerin sonsuza kadar parlayacak bir yıldızıdır. Çünkü o, bana ait bir bayraktır, sadece Türk milletinindir. İstiklâl ve hürriyetine oldukça düşkün olan Türk milleti, onu, sonsuza kadar korumasını bilecektir. İngilizlerin desteğinde, Anadolu içlerine kadar ilerleyen Yunanlılar, Türk milletini esir edemeyeceklerdir, bayrağımızı tamamiyle yurt sathın-dan kaldıramayacaklardır. Çünkü milletimizin bağımsızlık yolunda şansı açıktır (yıldızı parlamak).
Şairin bayrağa “al sancak” demesindeki amaç, hem bayrağın rengini hatırlatmak hem de Türklerin ordu millet olduğuna dikkat çekmektir. İstiklâl Savaşı sırasında düzenli askeri birliklerimizin henüz kurulmakta olduğu düşünülürse, şairin bu kullanımı, millete moral vermek ve kendine güvenini sağlamak için seçtiği fark edilir. Bayrağı, milletinin yıldızı olarak görmesinin sebebi; bayrağın, zafer yolunda yol göstermesi (cepheye gidecek olanların bayrağımızın etrafında toplanmaları), ulaşılamayacak kadar yükseklerde olmasıdır. Çünkü şair, hiçbir düşman elinin ona değmemesini istemez.

2.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.

Ey nazlı hilâl! Kurban olayım, kahraman ırkıma çehreni çatma; bir kerecik olsun gül. Bu şiddet, bu celâl nedir? Sonra, sana dökülen kanlarımız helâl olmaz. İstiklâl, Hakk’a tapan milletimin hakkıdır.
Şair, “çehreni çatma” diyerek bir nazlı hilâl’e (genç kıza) benzettiği bayrağımıza seslenmektedir. Burada kişileştirme sanatı vardır. O günlerde yurdumuzun batısı, Ankara yakınlarına kadar işgal edilmiş, Maraş, Antep gibi şehirlerimiz yerli düşmanlarımızca çıkarılan isyanlar sonucunda düşman eline geçmişti. Düşman ayağının değdiği yerde, önce genç kızların hayatı tehlikeye girer. Şair, namus düşüncesiyle hareket ederek, bayrağımıza böyle sesleniyor. “Kahraman ırkıma bir gül...” ifadesi, şairin milletine olanın güveninin göstergesidir.
kurban olmak: Canını feda etmek, çok yalvarmak.
Türk bayrağının dalgalanması için şehitler verilmektedir. Bu şehitler; vatanı, milleti için canlarını verirken, aynı zamanda bayrağımıza kurban olmuyorlar mı? Burada dolaylı olarak Allah’a (c.c.) yalvarma söz konusudur. Çünkü kurban, yalnız Allah için olur. Üstelik İslamiyet’te “vatan savunmak” da baskın görevlerden birincisidir. Bayrağımızdaki hilâl sembolü, Allah ismini de çağrıştırır. Şair, Allah yolunda olan milletinin hakkının bağımsızlık olduğunu vurgulamaktadır.
“Gülmek ve şiddet, celâl” kelimeleri arasında tezad sanatı vardır. Gülmek ve çehreyi çatmak arasında da tezad sanatı vardır. Kurban olmak deyiminde mübalağa sanatı görülür.

3.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Şair, “ben” sözünü kullanarak, kendisi ile mil-letini bir tuttuğunu göstermektedir. Çünkü o, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’yu gezerek bağımsızlık yolunda önder olanlardan birisidir. Bu yüzden halka yakındır. Burada “bağımsız olma”nın Türkler için bir yaşam biçimi olduğu, vazgeçilmezliği anlatılmaktadır. Şairin “çılgın” diye nitelendirdikleri işgal kuvvetleridir. Çünkü bağımsız yaşamaya alışmış olan böyle bir millete zincir vurmak (esir etmek) düşüncesindedirler. Şairin şaşkınlığı bundandır. Burada soru sorularak istifam sanatı yapılmıştır. Bağımsızlık yolunda Türk milleti önüne çıkan her engeli aşma azminde olduğu için kükreyen bir sele benzetilmiştir. (Sel, önüne çıkan her türlü şeyi, kendisiyle birlikte, önüne katıp götürür. Yıkılırken, yıkar. Kıtadaki “dağları yırtmak” sözü, milletin her türlü zorluğun üstesinden geleceğine duyulan güveni pekiştirmektedir. Burada telmih yapılarak Ergenekon Destanı hatırlatılmaktadır. Ankara’da sıkışmak da Ergenekon’da bulunmak gibidir.)

4.
Gârb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Bu kıtada Türk’ün özgürlük ve bağımsızlık hakkının verilmesi inancını taşıyan görüş ile Avrupa’nın “Medeniyette ileriyim; o halde her şey benim hakkımdır” diyen görüşü karşılaştırılmaktadır. Burada maddî güç ile manevî güç tartılıyor. Maddî güçlerine güvenen batılılar (Avrupalılar), ufuklarını bile çelik zırhlı duvarlarla kapatmış olmanın verdiği üstünlükle; iman dolu göğsünden başka sınır tanımayan Türk milletine saldırmışlardır. Ne kadar ulursa ulusun, bağırıp çağırsın, milletin iman dolu göğsüne çarpanlar, eninde sonunda yenilecektir. Akif’e göre, haksızlıklara kapılarını açık bırakan medeniyet, tek dişi kalmış, ihtiyar bir canavardan başka nedir? “Canavar” sözünde tevriye vardır. Hem yırtıcı, vahşi, cana kıyan hayvan, hem de her şeyi yok eden, kan dökmekten hoşlanan insan anlamlarına gelmektedir. O günkü Avrupalıya yakışan en güzel elbise budur. Medeni olma iddiasındaki canavarın gücü, ne kadar ulursa ulusun, Türk milletinin iman dolu göğsüne çarptıkça, perişan olacaktır.
Sanki Akif; “Avrupa kendi sınırlarını çelikten yapılmış savaş araç ve gereçleriyle korumakta. Bu-na karşı benim de göğsü iman dolu Mehmetçiklerle donatılmış sınırlarım var. Korkulur mu?” demektedir. “Ulusun” büyüklük anlamında değildir. Ulumak, boğmak ve canavar kelimeleri birbirleriyle ilgilidir. Orijinal metinde bu söz, Arapçadaki nun ile yazıldığından bağırmak, ulumak anlamındadır.

5.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Burada, arkadaş diyerek cephede savaşanlara, özellikle gençlere seslenilmektedir. Onlardan iste-nen, yurdumuza karşı girişilen hayasızca akınların durdurulması, bu uğurda gerekirse birbirlerine siper olarak savaşmalarıdır. Böyle olursa, Allah’ın kurtuluş yolunda çarpışanlara va’dettiği günlerin çok yakında geleceği müjdelenmektedir.
İstiklâl Marşı’nın ilk sözü olan “korkma” uyarısının cevabı, bu kıtada verilmektedir. Allah (c.c.), haklı ve imanlı kullarına yardım eder. Kur’an’da; inanan kullarına mutluluk, zafer ve kurtuluş va’detmiştir. Türk milletinin geleceğe güvenle bakabilmesi için, kendisine düşen görev ve güven duygusu da hatırlatılıyor. Utanmaz akınlar, bu uğurda can vermeyi göze almakla durdurulabilir. Şair, işgal kelimesi yerine “akın” sözünü bilerek seçmiştir. Akın, yıkıcı olsa da, askeri açıdan gelip geçici bir harekettir. Buna rağmen Akif; “Asla, aman dikkat, aman ha!” anlamında sakın sözünü kullanarak, milletini uyarmakta ve dikkatini çekmektedir. Alçaklar, gelip geçmek, mola vermek için yurdumuza uğramamışlardır. İşgal, kalıcıdır. (Sakın sözcüğünün esirgemek, korumak anlamlarını da düşünmeliyiz.)

6.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Bu kıtada vatan ve toprak ilişkileri üzerinde duruluyor. Vatan ilk bakışta, dış görünüşüyle top-rak parçası, üzerinde dağlar, ovalar, ırmaklar, göller, denizler; bağlar, bahçeler, tarlalar, fabrikalar olan bir coğrafyadır. Bu haliyle de maddî bir değeri vardır. Ama ona manevî bir değer verdiren, onu vatan yapan, toprakları korumak için tarihin çeşitli zamanlarında dökülen kanlardır. Onun sınırlarını belirleyen tarihî olaylar, milletin geçmişini kucaklayan acılı ve mutlu günlerin bütünüdür. Üzerinde serbestçe yaşayıp dolaşabildiğimiz bu yurdu bize sağlayan, onu bize mal eden, “bizim” dedirten, atalarımızın uğrunda döktükleri kan, verdikleri candır. Bu yüzden sen, yurdunun değerini bilmelisin. Onu, dünden bu güne, baştan uca tanımalısın.
“Kefensiz yatmak”, üzerinde dikkatle durulması gereken bir deyimdir. Kefensiz yatanlar, şehitlerimizdir. Burada mürsel mecaz sanatı var. Kur’an’a göre; “Allah (c.c.) yolunda öldürülenler için, ölü” denmez. Onlar ölümsüzdür, oldukları gibi gömülürler. Onların yeri cennettir.
Kıtada vatan, cennet’e benzetilmektedir. Bu, hem güzellik bakımından, hem de şehitlerin cennetle müjdelenmiş olmalarından dolayıdır. Cennet vatan tamlamasında teşbih-i beliğ sanatı vardır.
Durağı cennet olan şehit atalarımızın yattığı bu vatan toprakları, dünyalara değişilmeyecek kadar güzeldir.

7.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Bu kıtada cennet vatan-uğruna feda olmak, sıkmak-fışkırmak, varlık-almak-vatandan ayrı düşmek (cüda) kelimeleri, özellikle seçilmiş anahtar kelimelerdir. Fışkırmak, tevriyelidir. “Yukarıya doğru aniden yükselmek” anlamının yanında, “Sıkıştırılan sıvılar fışkırır” anlamına da gelir. Burada kelimenin bize çağrıştırdığı asıl anlam; bolluk, çokluktur. Şehitlerin çokluğunu ifade için özellikle seçilmiş bir kelimedir. Cennet vatan anlayışı, bu kıtada da ortaya çıkıyor. Şairin biricik dileği; canını, sevgilisini, hatta bütün varlığını alsa bile, Allah’ın onu, vatanından ayırmamasıdır. Can, sevgili, çeşitli varlıklarımızı kaybetmiş olmak, onu (milleti) üzmez. Şüheda fışkıracak sözünde mübalağa sanatı vardır.
Türk milleti vatanı için gerekirse bütün her şeyini feda eder.
Bunu da tarihinin her döneminde göstermiştir.
Oğuz Kağan Destanı’nı da hatırlayınız.
Demek ki vatan sevgisi, her şeyin üstündedir.

8.
Ruhumun senden İlâhî şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli;
Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

Önceki kıtalarda başlayan arzu ve isteklere, bu kıtada dua da eklenerek devam edilmekte, Allah (c.c.)’a yalvarılmaktadır. Düşmanların, özellikle dinimize düşman olan yabancıların, bize olan düşmanlıklarının esasını dini sebepler teşkil etmekte-dir. Şair de şehitliği göze almış, hatta şehitlerin arasına o da katılmıştır. “Ruh” kelimesi, bunu akla getirmektedir. Çünkü Allah (c.c.) katında şehitlerin isteklerinin geri çevrilmeyeceğini bilmektedir. -Ki şahadetleri dinin temeli- sözü, ara cümledir, dikkatimizi ezan sözüne çekiyor. Namaza çağrı olan ezanın okunduğu minareler, göğe doğru yükselen varlıklarıyla birer şahitten başka bir şey değildir. Mabetlerimiz, iffetli bir kadına benzetilmiş (teşhis), kişileştirilmiştir.
Ezan sesi de, bayrak gibi bağımsızlığımızın bir sembolüdür. Esir düşenlerin rahatça ibadet etmeleri zordur, hatta mümkün değildir. Bu yüzden de ezan seslerinin inlemesini (okunmasını) istiyor.

9.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerihamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden naaşım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

Bu kıtada “kurtuluş”un verdiği mutluluk ve şükür ifade edilmektedir. Bağımsızlık yolunda seve seve canlarını verenlerin dilekleri kabul olmuştur. Bayrağımız rahatça dalgalanmakta, ezan sesleri de yurdun dört bir tarafından duyulmaktadır. Bundan dolayı şehitler mutluluklarından kendilerinden geçmekte, gözyaşı yerine yaralarından kanlı yaşlar dökülmektedir. Bu coşku o kadar fazladır ki, şehitlerin -varsa- mezar taşları bile şükür için secdeye kapanır. Savaş bitmiştir. Şehitler göğün en yüksek katına dönmektedirler.
Şehitlerin mutluluğu o kadar fazladır ki, bu yüzden başları göğün en yüksek katına değmektedir. İnancımıza göre de şehitlerin makamı göğün en yüksek katındadır.

10.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!

Bu kıtada “zafer günü”nün heyecanı yaşanmaktadır. Mutluluk, ahretten bu dünyaya geçmiştir. Şair, Büyük Taarruz ve Dumlupınar Zaferi’ni önceden biliyor gibidir. Bayrağın şafaklar gibi dalgalanması istenmektedir. Şafak nasıl yeni bir günün müjdecisi ise bayrağımız da zaferin müjdecisi olarak görünmektedir.
Çünkü özgürce dalgalanmak, bayrağımızın; özgürce yaşamak, milletimizin hakkıdır.

İstiklâl Marşı’nın ölçüsü aruzdur. Aruzun en çok kullanılan (Fâ i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün) kalıbıyla yazılmıştır.

Hilâl GÜLER
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Ders Notları

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok güzel, thanks...

Adsız dedi ki...

aradığım herşeyi buldum:)