Çarşamba, Nisan 12, 2006

AYNALAR



Yatmadan önce son kez lavaboya gittiğimde, aynada bana, anlamlı bakışlarla bir şeyler anlatmak isteyen yüzüm ve aynı bakışlarla karşılık veren kendim vardım. Dağınık saçlarım, sanki günlerdir uykusuzmuşçasına yorgun gözlerim, ufak bir tebessümü bile imkânsız kılan yüzümle ben vardım.
Hava yağmurlu olunca ayakkabıları çamurlu olan insanların niye kızdığını, seninkiler de çamur olunca anlayabilirsin. Kötü not almanın verdiği sıkıntıyı sen de kötü not aldığında anlayabilirsin. Ve bunun gibi birçok günlük enstantaneler benim için anlaması kolay, ya da ben öyle olmasını istiyorum. Herhangi bir şeyi sevmek veya nefret etmek mi? Bunlar da en az çamurlu ayakkabılar kadar anlaşılır olmalı.
Ama sevgiyi anlamak insanlara çok daha kolay geliyor. Sokakta yaralı gördükleri bir köpeğe bazen kendileri de taş atıp giderler. Bu kişilerin sevgiden söz etmesi, ister istemez çelişkiye düşürüyor insanı. Kendime az sormadım: “Ne bu sevgi? Ne işe yarar? Sevmesek ne olur?” diye. Bir kadın, bebekleri sevdiğinden söz eder durur. Aynı kadın bir bebeği sevmeye doyamazken, bir de baktım ki başka bir bebeği dövmekten beter ediyor. Bu mudur bebek sevgisi? Hayır! Bence bu sadece bazı bebeklere duyduğu basit ilgidir.
Aynadaki o anlamlı bakışlar her seferinde bana aynı şeyleri fark ettirmek için uğraşır, ne kadar çirkin olursam olayım, ne kadar sorunum olursa olsun, o, benim ve ben her şeyden de kıymetliyim. Her aynaya bakışımda beni seven birinin huzur veren bakışları ısıtır içimi. Eminim ki kimse sevmeyi bilmese bile beni seven biri var.
Bazen sokakta bağırasım, tanımadığım kişilere sarılasım gelir. Kardeşimi doya doya öpesim, sınıftaki herkese sarılasım, istediğim herkesi de öpesim gelir. Kabıma sığamam. Annemi öpücüklerle boğasım gelir. Dağların en ulaşılmaz yerlerindeki çiçekleri toplayıp, yeşil çimlerde yuvarlanasım gelir. Bunlar gibi öyle çok yapmak istediklerim var ki… Sanki imkânsızları istiyormuşum gibi içimi burkar bunları yapamamak. Öyle bir hale gelmişiz ki artık sevgiyi aramak, istemek, sanki yanlış bir şeymişçesine karşılanıyor. O kadar sevgiyi tanımayan bir toplumuz ki bir yerlerde sevgiyle karşılaşsak bile ona tutunmak yerine, sırt çeviriyor, onu görmezden gelerek, ondan kurtulduğumuzu sanıyoruz.
Doğayı seven, ağacı kesebilir mi? Hayvanları seven onlara zarar verebilir mi? İnsanı seven, katil olabilir mi? Bunlar gibi neleriyle karşılaşıyoruz? Böyle insanlarda sevgiyi aramak, samanlıkta iğne aramaktan daha zor. Her insanda sevgi vardır. Ya da sevgi dediğimiz şey; sulanmayı bekleyen, büyüyüp çoğalmayı seven insanı yetiştirmeyi bekleyen… Ama insanlar korkuyor onu büyütmekten; sevgiyi aramaktan korkuyor, onu göstermekten… En sevdiğine bile sevgisini doyasıya gösteremeden onu kaybeder gider.
Hayat, bize sevecek o kadar çok şey vermiş ki mavinin yanında pembe, kırmızı, sokakların yanında caddeler, anne babamızın yanında akrabalar ve daha bir sürü şey. Hayat, ben ve sevgi… Biz, muhteşem bir üçlüyüz. Bütün bunları görmek hiç de zor değil. Sadece aynaya bakmak, bu bakışlara karşılık vermek; ihtiyacımız olan sevginin kaynağı değil mi?

EMİNE YAŞAR

Hiç yorum yok: